Nasıl başladı bu
hikaye, kısaca sizlere bahsetmek istiyorum. Havalar soğumuş, ayaz kaplamıştı
şehri. Zorlu kış günleri başlamış, gözümüzün önünde olan bitenden bi haber
yaşamaya devam ediyorduk. Günlerden Cumartesi idi. Akşam üzeri ofise dönerken
memleketimizin bilinen bir iş merkezinin önünden geçiyordum.
Üzerimde kalın montum
ve yine de üşümüş olmanın verdiği bir acele ile hızlı hızlı yürüyordum. Sonra
bir ses takip ediyordu beni. Abla, abla diye… Döndüğümde sarı tişörtlü bir
çocuk. ‘Abla mendil alır mısın?’ diye sordu.
Durdum ve birkaç saniye
yüzüne baktım. Sonra hayır diye cevap verdim. Peki abla dedi. İki adım attım ve
tekrar döndüm arkamı. Bakar mısın diye seslendim çocuğa. Adın ne senin? Deniz
abla dedi. Elimi omzuna bırakıp Deniz çok güzel bir ismin varmış dedim.
Deniz öyle temiz öyle
pırıl pırıl bir çocuktu ki teşekkür ederim abla, senin de gözlerin çok güzel
dedi. Tebessüm ettim. Deniz ben mendil almayacağım ama seninle bir çay içelim
olur mu? dedim. Durdu ve yok gelemem dedi.
Bak çok üşümüşsün bir
çay yapsın ablan sana sonra yine getiririm seni buraya dediğimde, tamam abla
olur dedi. Deniz’in çay teklifimi kabul etmesine sevinmiştim. Çünkü üzerinde
incecik bir tişört vardı ve çok üşümüştü. Ofise geldik, Deniz ile birlikte.
Misafir koltuğuna bir güzel oturdu Deniz. Isıtıcıyı ayaklarına doğru yönelttim.
Hemen mutfağa gidip Deniz’e bir şeyler hazırlayıp yanına döndüm. Kaç yaşındasın
diye sorduğumda 11 yaşındayım abla dedi. Okula gidiyor musun? Dediğimde ise
evet abla gidiyorum dedi.
Sonra bir soru da Deniz
yöneltti bana. Abla senin adın ne dedi? Hülya dedim. Burada mı çalışıyorsun
abla dedi? Evet burada çalışıyorum dedim. Çok güzelmiş burası dediğinde her zaman
misafirimiz olabilirsin dedim ve güldü. Deniz ile sohbetimiz biraz daha devam
etti ve artık eve gitmesi gerektiğini söyleyince yolcu ettim bende küçük
arkadaşımı.
Şimdi sizlere birkaç bir şey söylemek istiyorum… Karşımda oturan tertemiz,
masum ve daha hayatın kötülükleriyle tanışmamış hayatın ona biçtiği rolü
yaşamaya çalışan bir çocuktu. Çalışmak zorunda olduğu için okul çıkışında
mendil satıp harçlığını çıkartıyor ve akşam eve gidince küçük kardeşine
çikolata alıyor. Bunu birkaç kişiyle paylaştığım zaman sen deli misin? Sanane
sokakta ki çocuktan? diye dile gelen cahil zihniyetler gördüm. Onlar böyle,
onlar şöyle diyen merhametsiz cahiller dahi oldu.
Bakın ağalar o çocuğun gözlerine bakıp o masumiyeti görmeyen insanın
insanlığından şüphe duyarım. Bu memleket hepimizin, bu çocuklar da hepimizin.
Akşama kadar sünepe gibi gün bitiren, hayatın gerçeklerinden haberi dahi
olmayan ama konuşmaya, yargılamaya gelindiğinde iyi infaz yapan sizlerden ÇOK
DAHA DEĞERLİ BU ÇOCUKLAR.
Sizin aman boş ver
dediğiniz bu çocuğun evini bulup ziyaretine gittiğimde gözlerindeki o sevince
şahitlik ettiğimde insan olduğumu hatırladım ben. Unuttuğunuz o insanlığınızı
hatırlarsınız bir gün umarım. Duyarsızlık ile değil bu ve bunun gibi birçok
konuyu kendinize dert edinip, toplumun sancılarına bir ağrı kesicide siz
olursunuz umarım…
Birlik olmadığımız
sürece biz insanlık nedir bilemeyiz. Yüreklerinizden o fesatlığı o hainliği o
sevgisizliği çıkartıp yerine sevgi ile doldurulmuş bir kalp koymanız sizi daha
iyi bir insan yapacaktır emin olun. Sarın siz de bir yerlerde kanayan yaraları.
Hep birlikte yaralarımıza merhem olmak dileğiyle.
Deniz’in son kurduğu cümleyi sizinle paylaşıp, yazımı bitirmek istiyorum. “Hülya
abla hayatta kötülerden çok iyiler var. Mesela sen çok iyi bir ablasın. Evimize
geldin, okuluma da geleceksin değil mi?” Geleceğim Deniz, söz veriyorum
geleceğim…