Ne güzel günlerdi.
Babamız, abilerimiz o muhteşem nefes sesleri arasında buğdayı döverlerdi. O
elleri öpülesi anamız kalaylanmış bakır tencereyi çıkarır, buğdayları (den) alır,
kuzu eti, nohut, yeşil mercimek ve fasulye ile birlikte bir güzel pişirirdi. Sonra
kurutu (keşk) tencereye ekler ve kaynayana kadar karıştırırdı, arada bir de mutfaktan
ayrılırdı.
Çok geçmeden ablamızın
sesi gelirdi: Keledoşu karıştır ana..!
Kaynayan keledoşa çurıng,
mendê, lûş, keledoş pancarı (beyaz pancar), heliz otu, spitehnk gibi Van’a özgü
otları ekleyen annemiz, kıvamı yoğunlaşıp biraz katılaşıncaya kadar keledoşu ocakta
tutardı. Ardından pişen keledoşun ortasını çukur haline getirip üzerine kızdırılmış
tereyağını dökerdi.
Oyun dünyamıza
dalmışken o muhteşem koku burnumuza kadar gelirdi.
Geriye damak tadımıza
hitap eden o güzelim keledoşu yemek için bizi çağırmak kalırdı ve o
sabırsızlıkla beklenen ses gelirdi.
Çocuklar gelin keledoş
hazır!
Eh tabii ki cevabımız
hiç gecikmezdi: Tamam güzel anamız, o maharetli ellerinle yaptığın keledoşu
afiyetle yemeye geliyoruz…